Sosyolojik savaş ve uygun mukabele konseptinde sosyolojik güvenlik

Yusuf Çağlayan / Yazar
26.01.2020

PKK/PYD ve PDY’nin hedefi, askeri başarı değil, sosyolojik başarıdır. Çünkü salt askeri mukabeleler, kısa vadede başarılı gibi görünse de uzun vadede, sosyolojik hedeflerden geriye doğru planlanmış hasım stratejinin bir parçası olmaktan kurtulamaz.


Sosyolojik savaş ve uygun mukabele konseptinde sosyolojik güvenlik

Günümüz toplumlarında potansiyel olarak çok sayıda çatışma türü ve kaynağı var. Ancak bunların akut çatışmaya ve bölünmeye götürecek potansiyele sahip olan türleri: Etnik/dini görünümlü radikal akımlardır. Spontane görünümlü bu etnik ve radikal akımlar, gerçekte arkasında bir irade ve strateji olan akımlardır.

Türkiye ve Ortadoğu coğrafyasında yaşanan ve merkezinde kimlik farklılıkları bulunan çatışma denklemleri, yine merkezinde kimliklerin bulunduğu kavramlar üzerinden kurgulanıyor. Bu etnik veya dinsel kimliklere yüklenen gerilimlerle, birbirlerini tersten inşa eden bir sosyolojik süreç oluşturuluyor ve dâhice yönetiliyor.

Bu çerçevede çözümü de içeren tanımlayıcı bir kavram arayışı içinde bulunuyoruz. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, yetkililerce ve akademik ve entelektüel çevrelerce dile getirilen asimetrik savaş, hibrit savaş, dördüncü nesil savaş, vekâlet savaşları gibi tanımlamalar, aslında karşı karşıya bulunduğumuz milli güvenlik risk ve tehditlerini tanımlama çabalarının birer tezahürü.

Etnik kimliği araçsallaştıran PKK ve dini kimliği araçsallaştıran FETÖ ve DEAŞ ile mücadele eden ülkemiz, daha yeni yeni, karşı karşıya bulunduğumuz güvenlik risk ve tehditlerini, kavramlar üzerinden tanımlamaya ve yine kavramlar üzerinden mukabele stratejisi geliştirmeye çalışıyor.

Risk ve tehditler

Ancak bu kavramsal tanımlama çabaları, ne entelektüel, ne siyasi ve askeri, ne de toplumsal bilinçte, sorunu ve çözümü belirginleştiren yeterli bir açılım getiremiyor. Bu kavramlar, karşı karşıya bulunulan saldırı türünü, doğası, amaçları, silahları, strateji ve taktikleri itibariyle tanımlamaktan uzak düşüyor. Bu tanımlayıcı kavram boşluğu, uygun mukabele geliştirilmesini de büyük oranda kısıtlıyor. Böyle olunca da, mukabele, sebeplere değil, sonuçlara; tezahür ve semptomlara müdahale ile sınırlı kalıyor.

Sadece sahadaki terör örgütleri görülüp, arkasındaki irade ve strateji görülmezse, sadece terör unsurlarına odaklanmış bir güvenlik anlayışı ve kurumlaşması ortaya çıkacaktır. Böyle bir güvenlik yapılanmasında, devletin güvenlik risk ve tehdit kaynakları ile mücadelesini destekleyen kolluk güçleri yerine, kolluk güçlerinin terörle mücadelesini destekleyen devlet kurumları söz konusu olacaktır. Hâlbuki iç tehdit formunda gelen bu dış tehditler, kolluk güçleri odaklı değil, toplumun sosyolojik bağışıklık sisteminin güçlendirilmesi odaklı bir strateji ile mukabeleyi gerektirir. Ülkemizde ve İslam dünyasındaki etnik, mezhepsel ve dini alt kimlikler etrafında terör ve kargaşa üreten yapıları, sosyolojik savaş kavramı ile tanımlamak, mukabele stratejilerinde önemli bir açılım sağlayacaktır.

Karşı karşıya bulunduğumuz risk ve tehdit ortamına ve bu ortamın doğurduğu güvenlik ihtiyaçlarına karşılık verebilecek bir dönüşüm için, ülkemizin ve bölgemizin içinde bulunduğu sosyolojik süreç ve bu sürecin dinamikleri doğru kavramlarla tanımlanmalıdır.

Tehdit stratejiyi, fonksiyonel sosyolojik kavramlar seti ile tanımlamak durumundayız. Bu tanımlamayı yapamadığımız ve mukabil kavramlar üretemediğimiz takdirde, bu stratejinin bir parçası olmamız kaçınılmaz olacaktır.

Kültür, nüfus, coğrafya

Tehdit strateji, kimlik fay hatlarına gerilim yükleyen bir stratejidir. Türkiye ve İslam dünyasını, kültür bütünlüğünden, nüfus bütünlüğünden ve coğrafya bütünlüğünden yoksunlaştırma hedefinden geriye doğru planlanmıştır. Jeopolitiğin bu üç unsuru arasındaki etkileşim kullanılarak tasarlanan, toplum bilim tabanlı, ikinci dalga, asimetrik bir toplum mühendisliği süreç yönetimidir.

Türkiye’ye yönelik bu strateji, Osmanlı’ya yönelik birinci dalga stratejinin devamından ibarettir. Keza bu stratejinin yol açtığı güvenlik risk ve tehditleri, İslam coğrafyasının yeniden yapılandırılmasını öngören aynı paket stratejinin bir yansımasıdır. Sadece Türkiye’ye değil, bütün İslam Dünyasına yöneltilen sosyolojik saldırılardan bağımsız değildir.

İslam’ın merkez bölgesinin iki ana kimliği olan Müslüman Türklerle, Müslüman Kürtleri etnik sosyoloji zemininde ayrıştıran bir strateji ve irade ile karşı karşıyayız.

Bu stratejinin yönettiği süreçte, etnisite ve dini alt kimliklere referanslı yeni kimlikler tanımlama ve yeni coğrafi sınırlar oluşturma, mozaikleştirme ve eyaletleştirilme doğrultusunda doğası ve sahası sosyolojik olan sistematik operasyonlar yapılmaktadır. Bu operasyonları gerçekleştiren tehdit stratejinin amacı, büyük boy jeopolitik üretecek jeokültürü, tek tek hiçbir jeopolitik etkinliği olmayan alt kültürlere, alt kimliklere, alt dayanışmalara parçalamaktır. Bir arazinin daha fazla mülkiyetlere parselasyonu ile tarım değerinin sıfırlanması gibi, İslam toplumlarını parselleyen, mozaikleştiren ve bu şekilde dayanışmasını ve jeopolitik gücünü sıfırlayan bir savaş türü ile karşı karşıyayız.

Sosyolojik deprem

PKK/PYD, DEAŞ ve Paralel Yapı (PDY) İslam’a karşı yürütülen bu savaşın en fonksiyonel yerel bileşenleridir. İslam’ı ve İslam dünyasını can damarından vuracak ve İslam dayanışmasına darbe indirecek bir Türk-Kürt kopuşu ile oluşacak sosyolojik deprem, bütün İslam dünyasını sarsacak etkiye sahiptir. Bu deprem, PKK/PYD, FETÖ, DEAŞ ve versiyonları aracılığı ile inşa edilmektedir. Anadolu’da etnik ve dini kopuşlara yönelik stratejiyi ve doğası sosyolojik olan bu stratejiye uygun mukabeleyi bir de böyle düşünmeliyiz.

Ülkemizin tartışılmaz askeri güç üstünlüğüne rağmen, PKK’nın çatışmayı uzun yıllara yayabilmesi, ülkemizin sosyolojik strateji boşluğundan; yani etnik sosyoloji karşısında Türk ve Kürt kimlikleri arasında katalizör etkisi doğuracak asimetrik bir kimlik çerçevesi bağlamında güç kullanmamasından kaynaklanmaktadır. Tehdit stratejinin, çok farkında ve bilincinde olduğu ve sonuna kadar kullandığı etnik sosyolojiye karşı, Türkiye, fonksiyonel sosyolojik bir karşılık vermemektedir. PKK/PYD, mukabele stratejimizdeki bu boşluktan sonuna kadar yararlanmaktadır.

Etnik ‘ben’in keskinleşmesi

Bu strateji boşluğu ve başta eğitim ve diyanet kurumlarının, sivil toplum kuruluşlarının ve üniversitelerin sosyolojik güvenlik açısından işlevsizliği, tehdit strateji ve yerel bileşenlerinin doğru tanımlanmamasından kaynaklanmaktadır. Milli güvenlik ve savunma kurumlarımızın stratejisinde sosyolojik savaş hafızası, kavramı, literatürü diye bir şey bulunmamaktadır. Ülkemizde, iç ve dış güvenlik tanımlamaları içinde, sosyolojik güvenlik risk ve tehditleri ve bu bağlamda mukabelenin temellendirileceği sosyolojik kavramlar yer almıyor. Milli güvenlik sisteminde, tehdit algısı bölücü ve irticai terör olarak tasnif edilmiştir. Bu tasnifin toplumun ana gövdesini oluşturan etnik ve dini kimlikleri gözetim altına aldığı ve bu kimlikleri iç tehdit olarak tanımladığı düşünülürse, bu güvenlik anlayışının tesadüfî olmadığı açıktır.

PKK/PYD ve PDY, bizatihi strateji izleyen örgütler değildir. Ortadoğu’daki statükoya karşı tehdit oluşturacak bir merkez yapılanmanın önlenmesi maksat ve niyeti çerçevesinde kurgulanan ve yürütülen “önleyici strateji” nin birer sosyolojik projesidir. PKK/PYD ve PDY üzerinden yürütülen bu strateji, sosyolojik bir stratejidir. Bu stratejinin hedefi, askeri başarı değil, sosyolojik başarıdır. Çünkü salt askeri mukabeleler, kısa vadede başarılı gibi görünse de, uzun vadede, sosyolojik hedeflerden geriye doğru planlanmış hasım stratejinin bir parçası olmaktan kurtulamaz.

Terörü motive eden algı

Tehdit stratejinin en önemli ayaklarından birisi, etnik sosyoloji süreci oluşturma ve yönetme temellidir. Çünkü etnik ben algısının keskinleştirilmesi, etnik kimlik dayanışmasını besleyecek, farklı kimlikleri birbirini dışlayıcı özelliğe kavuşturacaktır. Toplumsal, siyasi ve coğrafi bütünlüğe yöneltilecek operasyonlara elverişli, yoğun sosyolojik güvenlik açıkları bulunan bir toplumsal zemin oluşturmak, tehdit stratejinin ana hedefidir.

Temel karakteristiği sosyolojik olan güvenlik risk ve tehditlerine karşı, toplumsal ve kurumsal açıkların kapatılması, etnik ve dinsel alt kimliklerin istismar alanlarının iyileştirilmesi, heterojen toplum yapılarını bir arada tutabilme ve sürdürebilme yeteneklerinin azami derecede geliştirilmesi şarttır. Devlet, bütün kimlikler üzerinde meşruiyetini sağlayacak ve katalizör etkisi yapacak ortak bir kimlik çerçevesini temsil edecek şekilde yeniden yapılandırılmalıdır. Ortak payda temelli bir kültür tabanı, ortak payda temelli bir nüfus tabanı oluşturacak, bu da vatan birliğini ve siyasi birliği inşa edecek, bütün kimlikleri devlete güç veren bir forma kavuşturacaktır.

Tehdit strateji, kendi jeopolitiğini bertaraf edecek veya dengeleyecek mukabil ve potansiyel jeopolitik olguları öngörerek, ortadan kaldırılması ve önlenmesi stratejisi izlediğine göre, karşı strateji de aynı stratejinin tersten inşası olacaktır. Kültür, nüfus ve coğrafya etkileşimini bölünme doğrultusunda kurgulayan stratejiye karşı, bütünleşme doğrultusunda kurgulayan bir karşı strateji geliştirilmelidir. Tehdit stratejinin inşa ettiği çatışmacı yapının iyileştirilmesinde, çatışmaya yol açan algı ve tutumların değiştirilmesi zorunludur. PKK, PYD, DEAŞ ve PDY gibi aynı kaynaktan destekli örgütler, hangi algı odağında motive ediliyor? Bu algının yıkılması gerekir. Bu yanlış algıların toplumsal tabanda yer bulmasının önlenmesi gerekir.

@yusufcaglayana